Umut hakkının içeriği, esasen “hapis cezasına mahkûm olan bir bireyin, tahliye olabilme olasılığını sağlayan hukuki düzenlemelerin varlığının ve de etkinliğinin bulunması” şeklinde özetlenebilir. Bu özet, ceza almış bireyin belirli bir aşamada serbest kalma umudunu destekleyen bir mekanizmanın iç hukuk sisteminde mevcut olmasını vurgulasa da, bu durum tek başına yeterli değildir.
Bireyin tahliye olabilme ümidinin varlığı, yalnızca hukuki düzenlemelerin varlığıyla değil, aynı zamanda bu düzenlemelerin işlevselliği ve erişilebilirliği ile de doğrudan ilişkilidir. Yani, sadece hukuki çerçevelerin mevcut olması değil, bu çerçevelerin nasıl uygulandığı, bireylerin bu haklardan nasıl yararlandığı da önemlidir.
Umut hakkının gerçek anlamda var olabilmesi için, hapis cezasına mahkûm olan kişilere yönelik etkili ve erişilebilir tahliye mekanizmalarının bulunması, bu mekanizmaların işlevsel bir şekilde işletilmesi gerekmektedir.
Tahliye olanağı bulunmayan müebbet hapis cezası mahkûmun ölümüne kadar topluma yeniden katılma şansı tanımaması nedeniyle birçok eleştirinin hedefi olmuştur. Anılan eleştirilerin bazıları için bkz. Dirk Van Zyl Smit, a.g.e., s. 50 vd.; Okuyucu Ergün, a.g.e., s. 56; Yetkin, “İnfaz Hukukundaki Değişikliklerde Kendisine Yer Bulamayan Bir Hak: Umut Hakkı”, s. 77; Kıdıl, a.g.e., s. 56 vd
UMUT HAKKI İLK KEZ NEREDE ORTAYA ÇIKTI?
Umut hakkı fikrinin ilk olarak Alman Federal Anayasa Mahkemesi’nin kararlarıyla ortaya çıktığını söylemek etmek mümkündür.
21 Haziran 1977 tarihli “Life Imprisonment” ve 1986 tarihli “War Criminal” kararlarında, kişinin tahliye olanağı olmaksızın müebbet hapis cezasına (lebenslanger Freiheitsstrafe) mahkûm edilmesi, Alman Anayasası’na (Grundgesetz) aykırı bulunmuştur. Sonuç olarak, Alman Ceza Kanunu’na (Strafgesetzbuch), müebbet hapis cezası alan mahkûmlara koşullu salıverilme imkânı tanıyan ve bu sürecin usullerini düzenleyen 57a maddesi eklenmiştir.
BVerfGE tarafından yapılan değerlendirmeler, mahkûma tahliye imkânı tanımayan ve ömür boyu süren hapis cezalarının, kişiyi “manevi imha”ya (psychische Vernichtung) sürükleyebileceğini ortaya koymaktadır
BİRLEŞMİŞ MİLLETLER UMUT HAKKIYLA İLGİLİ NE DÜŞÜNÜYOR?
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde umut hakkına dair doğrudan bir düzenleme bulunmamaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarihinde kabul ettiği 217 A(III) sayılı kararında da umut hakkına yönelik bir tanıma rastlanmamaktadır. Ancak, bazı BM organlarının uygulama ve kararlarında umut hakkına atıfta bulunan maddeler ve kabuller yer almaktadır.
Bireysel başvurular neticesinde müebbet hapis cezalarının yasallığı üzerine BM İnsan Hakları Komitesi’nin verdiği kararlar ve yorumlarda bu konuya değinildiği gözlemlenmektedir. İHEB’in uygulanmasını denetleyen Komite, mahkûmların rehabilitasyonuna yönelik olarak BM Standart Asgari Kuralları’nı belirlemiştir. Bu kurallara göre, ceza ve tutuk evleri yetkilileri, mahkûmların topluma geri kazandırılması için erişimlerinde bulunan tüm kaynakları etkin bir şekilde kullanmalıdır. Toplumun suçtan korunması, vatandaşların yasalara saygı göstermesinin sağlanması ve suçluların da bu yasalara uymasıyla mümkündür. Bu hedefe ulaşmak için BM Asgari Standart Kuralları, mahkûmlara rehabilitasyon, eğitim, ahlaki ve manevi destek gibi olanakların sağlanmasını teşvik etmektedir.
Umut hakkı açısından, müebbet hapis cezasını yasaklamayan uluslararası insan hakları hukuku, mahkûmun cezasının belirli aralıklarla gözden geçirilmesi ve rehabilitasyon hakkındaki genel duruşunu BM Kuralları çerçevesinde belirlemiştir.
Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde, cezanın esas amacının suçluların ıslahı ve topluma yeniden kazandırılması olduğu belirtilmiştir. BM Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarihinde kabul ettiği 2200 A (XXI) sayılı Karar çerçevesinde, Sözleşme’nin 10. maddesinin 3. fıkrasında hükümlülere hapis cezası verilmesinin temel amacının, bireyleri cezalandırmak değil, rehabilite etmek olduğu vurgulanmaktadır. Bu bağlamda, müebbet hapis cezasının uygulanması durumunda, bireylerin topluma yeniden katılma umudunun da var olması gerektiği ifade edilmektedir.
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ(AİHM) UMUT HAKKIYLA İLGİLİ NE DİYOR?
AİHM, insan haklarının dinamik bir şekilde yorumlanması anlayışıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) açıkça yer almamasına rağmen, tahliye olanağı bulunmayan müebbet hapis cezasının AİHS’nin 3. maddesine aykırı olduğunu ifade etmektedir.
AİHM, bu konudaki ilk önemli tespitlerini Kafkaris v. Kıbrıs davasında yapmıştır. Bu kararda, ülkenin iç hukukunda ceza almış bir birey için tahliye olanağı sunan bir mekanizmanın bulunmaması ve tahliye taleplerinin reddinin herhangi bir yargısal denetime tabi olmaması eleştirilmiştir. AİHM, ceza alan kişilere tahliye imkânı sağlayacak bir mekanizanın oluşturulması gerektiğini devletin dikkatine sunmuştur.
TÜRKİYE’DE UMUT HAKKI VE ANAYASA MAHKEMESİ KARARLARI
Umut hakkının uygulanmasına ilişkin sorunlardan biri, bu hakla ilgili bir ihlal durumunda başvurulabilecek yasal yolların sınırlılığıdır. 7 Mayıs 2010 tarihli 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 18. maddesi, Anayasa’nın 148. maddesine eklenen hüküm gereğince, umut hakkının ve dolayısıyla AİHS’in 3. maddesinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru imkânı tanımıştır. Ancak, umut hakkının ihlali gerekçesiyle yapılan başvurular, bugüne kadar AİHS’in 3. maddesi çerçevesinde esasa ilişkin olarak değerlendirilmemiştir.
Umut hakkının ihlaliyle ilgili şikâyetlerin bulunduğu Anayasa Mahkemesi kararları arasında Abdusselam Tutal ve diğerleri, Burak Çileli, Burhanettin Yalçın, Aynur Ayyüzen ve Veli Özdemir gibi davalar örnek gösterilebilir. Bu kararlarda, Anayasa Mahkemesi, adil yargılanma hakkının ihlali gerekçesiyle yeniden yargılama yapılmak üzere ilgili ilk derece mahkemesine kararın gönderildiğini belirterek, bu nedenle tahliye olanağı bulunmayan müebbet hapis cezasına ilişkin şikâyetlere dair bir değerlendirme yapılmamasına karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin, adil yargılanma hakkının ihlal edildiği ve yeniden yargılama yapılmasına karar verildiği gerekçesiyle umut hakkının ihlali konusundaki tartışmalardan kaçınmasının, doktrinde olumsuz bir durum olarak değerlendirildiği belirtilmektedir. Çünkü, adil yargılanma ihlaline bağlı olarak gerçekleştirilecek yeniden yargılamanın, tahliye imkânı olmayan bir müebbet hapis cezasının yol açacağı mağduriyetin telafisi açısından yeterli kabul edilemeyeceği ifade edilmektedir. Son olarak, AİHM’in Tekin ve Baysal v. Türkiye kararında, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun kullanılmadığı gerekçesiyle verdiği kabul edilemezlik kararının, doktrinde yakın zamanda Anayasa Mahkemesi’nin umut hakkıyla ilgili bir karar vereceği şeklinde yorumlandığını da belirtmek gerekir.
SONUÇ :
Tüm hukuki tartışmalardan ziyade; onbinlerce kişinin ve ailesinin “umutlarını” yok edenler için “umut hakkı” gibi tartışmalar yapılıyor olmasını doğru bulmuyor, hatta ve hatta çoktan idam cezasıyla cezalandırılması gereken kişi/kişilerin zaten idamından vazgeçilerek hapis cezası ile yaşamlarına devam ediyor olmalarını dahi kendileri için bir lütuf görüyoruz. Son söz; bu ülkede okumuş, bu ülkenin hukukçuları olarak kundaktaki bebeklerin dahi umutlarını çalanların “umut hakkı” yoktur kanaatindeyiz.
Av. Burak Temizer